Türkiye’den “açık deniz koruma alanı” oluşturulması önerisi
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İçsu Kaynakları Yönetimi Bölümü Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk, Türkiye ve Yunanistan’ın Ege Denizi’nde 4 bölgede açık deniz koruma alanı oluşturabileceğini, bu bölgelerin biyoçeşitlilik açısından önem taşıdığını kaydetti.
Deniz koruma alanları, deniz türlerinin ve ekosistemlerinin korunması amacıyla karar alıcılar ve bilim insanları tarafından hayata geçirilirken bu alanlar deniz kıyısında ya da açık denizde olabiliyor ve gırgır, trol avcılığı, dalış gibi belirli aktivitelere ya da her türlü aktiviteye kapatılabiliyor.
Ege Denizi’ndeki ekosistem üzerine çeşitli çalışmalar gerçekleştiren TÜDAV, bu çalışmalara ilişkin yaptığı yazılı açıklamada iklim değişikliği, aşırı avcılık ve kirlilik baskısı altında olan denizin korunması için Türkiye ve Yunanistan işbirliğiyle 4 ayrı “açık deniz koruma alanı” oluşturulması önerisinde bulundu.
Bu önerinin detaylarını AA muhabiriyle paylaşan Öztürk, Ege Denizi’nin Türkiye için turizm, balıkçılık, askeri ve lojistik açıdan önemli olduğunu, sahip olduğu biyoçeşitliliğin de büyük önem arz ettiğini söyledi.
Öztürk, “Nesli azalan, korunması gereken türler var. Mavi üretimde levrek ve çipura, orkinos yetiştiriciliği var. Dolayısıyla Ege Denizi bizim için hayati öneme sahip. Tıpkı Marmara, Karadeniz ve Akdeniz gibi. En önemlisi de Ege Denizi kıyılarında 30 milyon insan yaşıyor. Bu insanların gıdaya ihtiyacı var. Gıda güvenliği bakımından bu denize bağlıyız. Turizm faaliyetleri, balık üretimi, avcılık ve biyoçeşitliliğin korunması için Ege Denizi’nin sularının temiz tutulması gerekiyor.” dedi.
İklim değişikliğinin Ege Denizi’ndeki biyolojik çeşitliliği tehdit ettiğini belirten Öztürk, şöyle devam etti:
“Balık avcılığında artışlar var, kara kökenli kirlenme fazla. Dolayısıyla iki ülkenin Ege Denizi’nin korunması için işbirliği yapması lazım. Bunun için de 1998’de ve 2000 yılında yapılan iki protokol var. İşbirliği için Akdeniz’in korunmasını içeren Barcelona Sözleşmesi temel sözleşme. Biyolojik çeşitlilik için de protokoller var. Hem Türkiye hem de Yunanistan bunları imzaladı. Bundan dolayı işbirliği yapmaları gerekiyor, bir tarafın tek başına Ege Denizi’ni kurtarma çabaları yeterli olmaz.”
Öztürk, iki ülkenin işbirliği halinde çalışacağı 4 ayrı açık deniz koruma alanı önerisinde bulunduklarını, benzer bir işbirliğinin Akdeniz’in korunması için İtalya, Fransa ve Monaco arasında hayata geçirildiğini bildirdi.
Küçük ve korunmaya ihtiyacı olan bir deniz olan Ege’de iki ülkenin işbirliği yapmasının zaruri olduğu değerlendirmesinde bulunan Öztürk, Yunanistan’ın kendi koruma alanlarını ilan etmek istemesi durumunda Türkiye’nin de aynı tutumu sergilemesi ve kendi koruma alanlarını ilan etmesi gerektiğini ifade etti.
Öztürk, önerdikleri koruma alanlarına ilişkin şu bilgileri paylaştı:
“Birisi Kuzey Ege’de Gökçeada Limni’de, diğeri Orta Ege’de Midilli’nin arkasında, bir diğeri Girit’in karşısında ve bir diğeri de Datça Yarımadası’nın yakınında. Kuzey Ege’deki bölgeler kılıç balıklarının yaşadığı ve yumurtlama alanlarının, ortak türlerin yani hamsi, sardalya gibi balıkçılık bakımından ortak türlerin olduğu bölge. Midilli’nin arkasında korallijen (Ege ve Akdeniz’e özgü mercanlar) habitatlar, güneyde ise Türkiye’ye yakın bölgelerde köpek balıkları, yunus ve balinalar var. Bu bölgelerin korunması için çaba gösterilmesi gerekiyor. Bunun iki ülkenin işbirliğiyle yapılması çok iyi olur, iyi bir örnek teşkil eder.”
Ege Denizi’nde Karaburun, Gökova Körfezi ve Foça’daki gibi koruma alanları bulunduğundan bahseden Öztürk, kıyı ve açık deniz koruma alanlarının birbirlerini destekleyeceğini, açık denizdeki koruma alanlarının türler için sığınak olacağını dile getirdi.
“GELECEK KUŞAKLARA TEMİZ DENİZLER BIRAKAMAYACAĞIZ”
Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı’ndan, 2030’a kadar ulusal deniz alanlarının yüzde 30’unun korunması kararı çıktığını hatırlatan Öztürk, şu uyarılarda bulundu:
“Ege Denizi’nde sardalya çıkmayacak, hamsi çıkmayacak, orkinos, kılıç balığı bitti, birçok tür artık yok. Bu alanlar Akdeniz foklarının, korallijen habitatların, deniz çayırlarının, köpek balıklarının, deniz memelilerinin korunması açısından hayati öneme sahip. Türkiye denizlerinde biyoçeşitlilik büyük bir çöküş halinde, devletimizin bütün koruma çabalarına rağmen bu yaşanıyor çünkü yabancı türler geliyor, iklim değişikliğinin büyük baskıları var. Onun için koruma alanlarının oluşturulması, etkin hale getirilmesi ve sadece kağıt üstünde değil ciddi bir yönetim planlaması yapılması lazım.”
İki ülkenin işbirliğiyle, ortak uzmanlardan oluşan bir komitenin çalışmaya başlamasının çok doğru olacağı yorumunu yapan Öztürk, sözlerini “Denizin korunması, Türkiye’nin korunması, gelecek kuşakların korunması anlamına geliyor. Aksi takdirde, Ege Denizi daha çok kirlenecek, daha az balık yiyeceğiz, gelecek kuşaklara temiz denizler bırakamayacağız. Deniz çayırları, korallijen habitatlar yok olacak.” diye tamamladı.